Yaşlı teyzeyi ziyarete gittiğimde, mutfakta oturduğunu gördüm. Orası oda kadar genişti. İki sedir, bir buzdolabı… Ortada bir gaz sobası… Pencere kenarındaki sedirin ucunda büyük bir televizyon vardı. Yerdeki halının üstünde boş bir biberon duruyordu. Oraya fırlatılmış olduğu belliydi. Onun yerde ne işi olabilirdi? Ucu ağza girmiyor mu! “Çocuk atmıştır.” diye düşündüm.
Üstüne televizyon konmuş olan sedirde, bir buçuk yaşlarında bir çocuk oturuyordu. Etrafı oyuncak doluydu. Beni de o mutfağa aldılar. Diğer sedirin ucuna iliştim. Çocukla aramıza da anneannesi oturdu.
Bir süre onları seyrettim. Adeta boğuşup duruyorlardı. Çocuk, anneannesi iyi de söylese, kötü de söylese, kadının kafasına gözüne olanca hızıyla tokatlar yapıştırıyordu. O ise hem gülüyor hem kendini korumaya hem de çocuğu uzaklaştırmaya çalışıyordu. Zaten tüberküloz hastası, güçsüz bir insandı. Başörtüsünü yerinde tutmakta zorlanıyordu. Kan ter içinde kaldı!
Çocuk da iyice yorulmuştu. Bir süre sonra sakinleşti. Eğilmiş, anneannesinin önünden bana bakıyordu. İşaret parmağımı uzattım. O da uzattı. Tam dokunacağım zaman elini çekti. Yüzüme baktı. Gülümsediğimi görünce o da güldü. Elim, küçücük elinin yanında dev eli gibi duruyordu. Yüzüne sevgi ile bakarak elimi tekrar uzattım, yine uzattı. İşaret parmağımı uzattığımı görünce, o da aynı parmağını uzattı. Hafifçe parmağının ucuna dokundum, çektim. Bu defa önce o parmağını uzattı, sonra ben... Önce o dokundu ve çekti, benden öğrendiği gibi, sonra ben elimi uzattım, dokunmasını bekledim. Yine parmağımın ucuna dokundu. Ben de elini okşadım. Her defasında, her yaptığımı yaptı.
Önce elinin içini, sonra dışını okşadım. Elimi tekrar uzattığımda, önce elimin içini okşadı, sonra da elimi çevirip, dışını okşadı. Elini bu şekilde her okşayışımda: “Cici!” diyordum, o da her öyle deyişimde dokunmayı adet edindi. Sonra elini tuttum. Gülüyordu. Anneannesinin arkasından bana doğru başını uzattı. Yanağını okşadım, aynı sözcüğü tekrarladım. Hoşuna gitti. Yine aynı yerden başını uzattı.
”Haydi sen de benim yanağımı okşa! Sev beni!” dedim, sol yanağını okşarken, o da benim sağ yanağımı okşamaya başlayınca anneanne daha fazla dayanamadı, küskün bir sesle:
“Beni okşamazsın ama. Bana biberon, ona “Cici!..” Haydi, beni de okşa! Sev!” deyince, çocuk hiç düşünmeden onun da sağ yanağını okşadı. Kadın şaşırdı kaldı! Birdenbire böyle bir değişikliği hiç beklemiyor olmalıydı. Çünkü az önce ne sağ yanak kalmıştı ne sağ göz ne de gözlüğün o taraftaki camı!.. Kafa, göz, gözlük dinlemiyordu! Şimdi sakindi, mutluydu. Çünkü sevildiğini biliyor, sevmeyi hissediyordu.
“Sen gelmeden önce şu biberonla kafama
vuruyordu. Acımasın diye kafama elimi koyuyordum. Biberon elime gelince “Tık!”
etmiyor diye, elimi çekip çekip de ondan sonra vuruyordu. Kafamın her yanı
ağrıyor, şişti Vallaha! Ben de kızdım, elinden alıp attım biberonu yere! Bak
orda duruyor. Bu da: “Neden bana onu vermiyorsun da ben onunla “Tık!”
edemiyorum?” diye vuruyordu bana.” dedi, kadın.
Çocuk, bir buçuk yaşında olmasına rağmen yürüyemiyor, konuşamıyor. Tutunarak sıralarken sık sık düşüyor. Net söylediği, anlaşılabilir bir tek sözcük bile yok. Yaşına göre oldukça iri. Meramını, işaret diliyle ve ağlayarak anlatıyor. İsteklerini barbarlıkla koparmakta ustalaşmış. Yatırılınca, kendi kendine kalkamıyor. Bazen otururken veya sıralarken yan yatıp, yardım istiyor. Anında yardım edildiği için kalkmaya çalışmıyor, yardım bekliyor. İşaret ve ağlama dili gayet iyi çözüldüğünden, konuşmak için hiç acelesi yok.
“Bir defa da bırak, kendisi kalksın!” dedim.
“Kalkamaz, ağlar.” dedi.
“Ağlarsa, canı yandığı için ağlamıyor ya, ağlasın! Bir yerlere tutunup, dengesini bulup, kalksın. Sen ondan elini çekmedikçe, o hiçbir şey yapmak için kendisini yormaz. Sen, o vurdukça gülüyorsun. O da, hoşuna gittiğini ya da oyun oynadığınızı sanıyor. Onun için vuruyor.”
“Hayır, bana kızdığı için vuruyor. Cezalandırıyor beni.”
Meğer vurmayı, ceza için kendileri uygulayarak öğretmişler, benim iyi davranışı öğrettiğim gibi...
Çocuk yine oturduğu yerde dengesini kaybederek yan tarafına yattı. Ağladı, yardım istedi. Yardım etmemesini söylediğim için anneanne de dokunmadı. Biraz ağladıktan sonra, etraftaki örtülere, eşyalara tutunarak kalktı, oturdu. Önceki gibi aciz değildi. Kendisine güveniyordu artık. Bakışları öyle diyordu.
Onur BİLGE *KHA*
Çocuk, bir buçuk yaşında olmasına rağmen yürüyemiyor, konuşamıyor. Tutunarak sıralarken sık sık düşüyor. Net söylediği, anlaşılabilir bir tek sözcük bile yok. Yaşına göre oldukça iri. Meramını, işaret diliyle ve ağlayarak anlatıyor. İsteklerini barbarlıkla koparmakta ustalaşmış. Yatırılınca, kendi kendine kalkamıyor. Bazen otururken veya sıralarken yan yatıp, yardım istiyor. Anında yardım edildiği için kalkmaya çalışmıyor, yardım bekliyor. İşaret ve ağlama dili gayet iyi çözüldüğünden, konuşmak için hiç acelesi yok.
“Bir defa da bırak, kendisi kalksın!” dedim.
“Kalkamaz, ağlar.” dedi.
“Ağlarsa, canı yandığı için ağlamıyor ya, ağlasın! Bir yerlere tutunup, dengesini bulup, kalksın. Sen ondan elini çekmedikçe, o hiçbir şey yapmak için kendisini yormaz. Sen, o vurdukça gülüyorsun. O da, hoşuna gittiğini ya da oyun oynadığınızı sanıyor. Onun için vuruyor.”
“Hayır, bana kızdığı için vuruyor. Cezalandırıyor beni.”
Meğer vurmayı, ceza için kendileri uygulayarak öğretmişler, benim iyi davranışı öğrettiğim gibi...
Çocuk yine oturduğu yerde dengesini kaybederek yan tarafına yattı. Ağladı, yardım istedi. Yardım etmemesini söylediğim için anneanne de dokunmadı. Biraz ağladıktan sonra, etraftaki örtülere, eşyalara tutunarak kalktı, oturdu. Önceki gibi aciz değildi. Kendisine güveniyordu artık. Bakışları öyle diyordu.
Onur BİLGE *KHA*
0 Yorumlar